Sömürge Sonrası Anlatı ve Temsil - Yrd. Doç. Dr. Nagihan Haliloğlu
Avrupalıların 16yy’dan sonra hızlanan ‘keşif’ ve bunu takiben sömürü pratikleri ulaştıkları ve kültürel ve maddesel olarak sömürdükleri ülkelerde sistematik ve derin izler bırakmıştır. İngiltere, Fransa, Belçika ve Hollanda gibi ülkeler gittikleri coğrafyaların maddi ve manevi zenginliklerini kendilerine ‘mal ederken’, değişik farklı yönetim şekilleri uygulamışlardır. Örneğin, İngilizler gittikleri ülkelerde halkı sömürürken dil ve din özgürlüğü sağlarken, Fransızlar Fransızca öğretip, ciddi misyonerlik faaliyetlerine girişip yerel halkı ‘medenileştirme’ çabasına girmişlerdir. Fakat yöntem nasıl olursa olsun, sömürdükleri kültürlerin tarihlerini yeniden yazan Avrupalılar bu ülkelerdeki ben algısını köklü bir şekilde değiştirmişler.
Ben algısı değişiminin cemiyet hayatında elbette pek çok yansıması vardır. Bu yansımalardan biri de kültürlerin, ve o kültürlere mensup bireylerin kendilerini nasıl tanımladıkları, ve bu tanımlamaları yaparken hangi hikayeleri ve hikayeleme yöntemlerini kullandıklarıdır. Sömürge sisteminin inşa etmiş olduğu eğitim kurumlarındaki öğrenciler, kendi klasik metinleri Oxford ve Sorbonne’da satır satır incelenirken, Avrupa tarihindeki zaferleri öğrenip, yine Avrupa kültürel mirasını yakından okuyup benimserler. En iyi ihtimal kendilerini ve uluslarını Avrupa tarihine eklemleye çalışırlar. Avrupalılar çekildikten sonra ‘eğitimli’ oldukları için vatanlarının yönetimleri teslim edilen sömürge eğitimi ürünü aydınlar, kendileri ve halklarını Avrupalıların gördüğü ve temsil ettiği gibi temsil etmeye devam ederler. ‘Sömürge sonrası’ çalışmaları da bu entelektüel bağımlılıktan kurtulmanın yollarını arar. Bu bağımlılıktan kurtulmanın en temel yolu yeni eğitim kurumları kurma yanında, bağımsız ülkeyi ve halkı temsil edebilecek yazarların yetişmesidir. İdari olmasa da eğitimsel ve zihinsel olarak sömürgeleşmiş olan Türkiye’nin günümüzde uluslararası temsiliyete sahip olan yazarları da hala daha zihinsel olarak özgürleşip milleti olduğu gibi görebilme, ya da tahayyül edebilme gücüne sahip değildir.
Sömürülmüş milletlerin Avrupa tarihine ve zaferlerine eklemlenme çabaları 2014 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın yüzüncü yıl anma etkinliklerinde çok belirgin bir hal aldı. Çokkültürlülük politikalarına oldukça önem veren İngiltere’de ‘anma’ programlarında ‘İmparatorluk’un dört bir yanından gelen, kültürleri ve derilerinin renkleri farklı olan ‘teba’nın ‘ortak düşman’a karşı nasıl savaştığı hikayelerine yer veriliyor. Bu hikayede Müslüman Hintlilerin de kahramanca Türklerle savaştığını dinlersiniz. Bu anlatıda eksik, ama bereket versin sosyal medyada yer bulmayı başarmış olan bölüm Türklere karşı savaşmayı reddeden, ve bu yüzden kurşuna dizilmiş Hintli askerlerin hikayeleridir.
Bu gibi hikayelerin ortaya çıkarılması ve diğer hikayeler kadar bilinir hale getirilmesi gerekmektedir. Sömürge sonrası edebiyatının ve eleştirisinin görevi de özellikle kültürel sömürü yaşamış halkların kendi hikayelerini anlattığı metinleri öncelemek ve günümüz bireylerinin kendileriyle özdeşleştirebilecekleri tarihi ve hayali karakterler ve hikayeler içeren bir arşiv oluşturmaktır.
Dr. Nagihan Haliloğlu,
Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi